21 Ağustos 2009 Cuma

Keşfedilmeyi Bekleyen Cennet veya Bir Kültür Kenti: İznik


Bu seneki yıllık iznimizi –kızımızın da henüz 3 aylık olması sebebi ile- yakın bir yerlerde geçirelim düşüncesi ile İznik’te geçirmek istedik. İnternette kısa bir İznik araştırması ardından edinilen bilgiler, ödünç alınan olta ve donanımlarına birde valizlerimizi ilave ederek İznik yollarına revan olduk.

Tatil, sadece Türkbükü plajlarında, Bodrum Koylarında yada Kuşadasın da alemlere akılarak geçirilmeli düşüncesinin dominant kültür-düşünce olduğu, bir ortamda İznik’ten bu kadar tat alabileceğimi açıkçası düşünmemiştim. İznik Tatili/Gezisi vesilesi ile etrafımızda yakın yada uzak çevremizde nice “Saklı Bahçeler” “Yeniden Keşfedilmeyi Bekleyen Cennetler” olduğunu fark ettim.

Sabahları İznik’le özdeşleşen İznik gölünde yüzme ve güneşlenme, öğlenden sonra şehir içi tarihi turistik mekanların ziyareti, akşamları balıkçılık. Bu arada oldukça güç olsa da 5 gün boyunca Tv, gazete, internet vb. modern unsurlardan uzak durmak. Farklı bir bakış açısı ile modern zamanların Hay Bin Yekzan’ı / Robinson’u gibi yaşamak.

Peki bu tatilde/gezide neler yaşadım, gördüm, hissettim…

İznik Gölünde gözlerim ve boğazım yanmadan rahat rahat yüzebildim,

Gece yarısında oltaya gelen balığı çıkartma zevkini birlikte yaşamak için, uykuya yeni dalmış 5 yaşındaki oğlumu uyandırarak hayatımda ilk defa balık çektim/tuttum,

Kayık ile 250 metre ağ çekip, nasıl 0(sıfır) balık yakalanılırı test ettim,

“Bu sene gölde balığın pek bereketi yok” diyen balıkçı emekçilerini dinledim, yanına birde aynı emekçilerin “avlanma yasağına rağmen, havyarını henüz boşaltamamış balıkların günlük kaygılarla avlandığı” ifadesini koyunca “bereketsizlikte” suçlunun uzakta aranmaması gerektiğini düşündüm.

İtalya, Avustralya gibi ülkelere ihraç edilen Gümüş Balıklarının yakalandığı-avlandığı IRIP çekme işlemine katıldım,

Traktör üzerinde, bir gece yarısı, bir elma tarlasının “elma kurdu ilaçlama” işlemi katıldım,

Güneşin batımına karşı Liman Aile Lokantasında, İznik’in güzel balık çorbasını içip, çizme sazan ve yayın balığını yedim. Kalmamış olan yayın şişi özellikle tavsiye ettiler,

Çinicilik merkezlerini gezdim, İznik’in bir birinden güzel renkli ve her bir şeklinde, çizgisinde ayrı anlamlar yüklü çinilerini görüp yeniden bu sanatın canlanmaya başlamasının heyecanını hissettim.

Rehberimiz Sinan OK ile birlikte Restore edilmiş Türk-İslam eserlerini gezip-gördüm, bir kere daha Ecdadım ile övündüm, Devletime teşekkür ettim,

Restore edilmeyi bekleyen eserleri görünce ;
“Her tarafta harâb eller, baykuşlara bayram,

Köprüler bir bir yıkılmış ve yollar yolcusuz,

Gelip uğrayanı kalmamış çeşmeler, susuz…” mısraları dilime dolandı.

İnsanlık tarihinin bir parçası ve bizlere emanet olunan Roma Kültürüne ait eserleri gördüm,
Tüm bu eserlere baktıkça dünya insanlık medeniyetinde ve biliminde aslında geçmişte yaşayan insanlarla mı yoksa biz mi daha ilerideyiz diye düşündüm.

Restore edilmeyi bekleyen Antik Roma Tiyatrosunu gezerken aklım Gladyatör filmine gitti.
“ O dönem için bilimin ve teknolojinin zirvelerini zorlayan insanların, insanlığının dip yapması ve bohemleşmek.“

Yine aynı antik tiyatroda restorasyon sonrası doyumsuz sesi ve yorumu ile bir Sezen AKSU bir Kayahan konseri hayal ettim. Hayal bu, kurmadan gerçekleşmez…

2 dine ibadethanelik yapan Orhangazi Camii/Asayofya Müzesini gezdim. Kendimi bir garip hissettim.

Dünyanın sayılı surlarından olan İznik Surlarını ve kapılarını gördüm. Diyarbakır surlarını da yakından görmüş ve bilgi sahibi biri olarak İznik Halkının kendisine emanet edilen eserlere daha doğru ve sağlıklı sahip çıktığını gözlemledim.

İznik’in 6 defa yıkılıp 7 defa kurulduğunu öğrendim. Eski İznik’in şimdiki İznik’ten yaklaşık 4 metre daha aşağıda olduğu gördüm.

93 harbi sonrası Bulgaristan’ın Osmanpazar bölgesinden gelen Türklerce kurulan Aydınlar (Atiye) köyünü ziyaret ettim. Gölden yaklaşık 150 metre yükseklikte üşürken, sıcak ve çalışkan insanları görünce içim ısındı.

Tüm bunları görüp yaşayınca, İznik’in yaşayan medeniyetinin gerek Türkiye’de gerekse Türkiye dışında yeterince tanıtılamadığı kanaati oluştu bende. Ümit ederim ülkemizin tüm güzel beldeleri gibi İznik’te turizmden yeterince payını alabilir.

Sadece bronzlaşmak istemeyenlere; göl, balık, güneş, tarih, toprak, tarım, çini ve daha nice güzel özellikleri ile ideal bir tatil için biçilmiş kaftan İZNİK’i tavsiye ediyorum …
Saygı ve sevgilerimle.
Melih MUTLU – mutlu_melih@hotmail.com

Tavsiye Edebileceğim Kişi ve Yerler:
Lokanta : Liman Balık Izgara – 0 224 757 73 00
Rehber : Sinan OK – 0 535 862 96 14 – Sinan_ok_iznik@hotmail.com
Çini Ustaları:
Nazar Çini - Aslı DOĞRAMACI – 0 505 252 11 51 – seramiker_78@hotmail.com
Bedesten Çini – Gülay KARDAŞ – 0 224 757 11 23 – 0 536 225 87 18 – bedesten_cini@hotmail.com


16 Ağustos 2009 Pazar

Babalığın Hissettirdikleri...


Biz Marslılarda evleninceye kadar yaşam merkezimizde daima “Ben” bulunur. Bu bir Venüslü ile karşılaşıp hayatımızı birleştirdiğimizde “Biz’e” dönüşür. Aradan zaman geçip bir çocuğumuz olduğunda yani BABA olduğumuzda yaşam merkezimizin “O’na” dönüştüğünü görür ve hissederiz. Ben’den Bize , Bizden O/Onlara dönüşümün adıdır Babalık. Babalık, bir İpek böceğinin metamorfozudur.

Elbette “ayaklarının altına cennetler serilmiş” analar kadar şefkat abidesi değiliz. Zaten olmamızda istenmemiş. Bir çocuğun eğitiminde ve gelişimindeki önemi en az anne kadar belki de yeryer daha ileri düzeydedir.

Etrafımızda bir şekilde babasız büyüyen (yetersiz baba modeli yada yetimlik) çocukların/gençlerin eksikliklerini rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Gereğinden fazla çekinik, korkak veya tam zıttı hiçbir otorite ve korku tanımadan serazad ve serkeş nereye toslayacağı belli olmayan çocuklar/gençler.Yazımı daha fazla bilimselleştirmeden konunun uzmanlarına havale etmek istiyorum.

- Babalık nedir dendiğinde içimden geçenleri/yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

- Babalık, 9 ay eşinizin taşıdığı yavrunuzu ellerinizde bulduğunuzda “afallamaktır”,

- Babalık, yürümeye başlayan çocuğunuzun düştüğünü görüp “yüreğinizin yağları erise de” kalkmasını da kendisi öğrensin deyip uzaktan seyretmektir.

- Babalık, ateşler içinde kıvranan çocuğunuzu apar topar hastaneye götürürken soğukkanlılığınızı korumaktır.

- Babalık, özel hayatınızda asla başkasının yemek tabağına kaşık sallamamanıza rağmen onun ağzından çıkan yarım kaşığı “şifa niyetine” gözünü kırpmadan sıyırmaktır.

- Babalık, bir gece ziyaret dönüşü yolda uyuyan çocuğunuzu kucakladığınızda merdivenleri inerken göğsünüzde ve karnınızda yayılan tatlı ıslaklık ve sıcaklığı hissedip “erkekliği kimseye bırakmadan” yürüyebilmektir.

- Babalık, “ben asla ütüsüz pantolon giymem” diyen dominant bir erkeğin otobüste şehirlerarası yolculuğunun son 1 saatini kusmuklu bir pantolon ile devam ettirmesidir,

- Babalık, yıllar geçip karşınızda size diklenen çocuğunuza “bir zamanlar bende babama böyle diklenmiştim” diyemeyip yutkunup, susmak zorunda kalmaktır.

- Babalık, gözünüz gibi koruduğunuz ve sakındığınız kızınızın beline kırmızı kurdeleyi kendi ellerinizle bağlarken belki de onun karşısında ilk defa duygularınıza hakim olamamaktır.

- Babalık, sekarat anınızda, çocuklarınız etrafınıza toplandığı, kelimelerin tükendiğinde, çocuklarınıza lisan-ı haliniz ile son dersinizi bir öğretmen gibi eğitici, iyilik ve hayır defterini açık bırakacak evlatlar yetiştirmiş bir baba gibi vazifesini tamamlayarak tatlı bir tebessüm ile hayata veda edebilmektir.



Saygı ve sevgilerimle.



Melih MUTLU – mutlu_melih@hotmail.com

6 Ağustos 2009 Perşembe

"Yedi Renk Yazılım" dan Merhaba

Merhaba Kıymetli Blog Takipçileri;

Bugünden başlayarak “Yedi Renk Yazılım“ blog’u adı altında sizlerle teknolojiden, edebiyata ondan sanata ondan IT sektöründe ki gelişmelere kadar pek çok konuda bu platformda sizlerle buluşacağım.

Sadece yazılım ile sınırlı kalmayacağım. Çünkü bizim sektördeki insanlardaki en önemli eksiklik belki de sosyal hayat. Yani en önemli problemimiz anti sosyallik.

“3 adet çivinin 351 hareketini yaptın mı? , Abi o para transferini yapalı çok oldu, Projeye istediğin malzemeyi çoktan çıktım ” gibi rutinleşen cümleler. Hayatımız sanal bir alem üzerinde. Yani bir matrix’de yaşama devam.

Arada bu seradan çıkmak gerektiğini düşünüyorum. Belki biraz şiir, bir yudum edebiyat, bir kuple musiki. Biraz SAP, ERP, .net, Delphi , biraz Orhan Veli, Yahya Kemal, Celal Güzelses, biraz madde biraz mana.

Amacım bilgi, tecrübe paylaşımının yanında gönülden gelen nağmeleri de –her ne kadar sanalda olsa :) -bu platform üzerinden sizlerle paylaşmak.

Saygı ve Sevgilerimle…

Melih MUTLU – mutlu_melih@hotmail.com